15 Ağustos 2007 Çarşamba

Sizinde etrafınızda sizi koruyan fakat göremediğiniz dostlarını var mı?

Ahmet SEVEN

Yoo dostlarınıza haksızlık etmeyin.

Bir ara bir sor Allah Aşkına diyorsunuz biliyorum fakat öyle de olsa kalpleri sizin için çarpanlar var.

Ben bundan eminim.

Sizi sadece sizmi biliyor sanıyorsunuz.

Elbette hayır.

Nereye güler nereye ağlarsınız bunu dostlarınız da bilir.

Hatta hangi çiceği sevdiğinizi bile.

Farkında olmamanız onları suçlamanız anlamına gelmez. Yükselirken ayağınızın altına kim koydu o merdiveni, düşerken kim elinizden tutu sanırsınız. Hep birbaşınıza değildiniz ya. Gerçek dostlar karşılık beklemezlerde ondan. Hatta yaptıkları iyiliklerin bilinmesini bile. Hatırlarmısınız Tuzlu Kahve diye bir öykü vardı. İşte o öyküye kardeş olacak, hemde ikiz kardeş olacak bir öykü bu. Haydi birlikte bir kez daha okuyalım. Ne dersiniz.?

“Yargıç, karşısındaki kadına baktı önce. Seksen yaşlarında bir nine. Sonra biraz geride, ellerini bağlamış adama.

Aynı yaşlarda bir dede. Kadına döndü:

"Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?"

Yaşlı kadın, beyaz başörtüsünü sıvazlayıp konuşmaya başladı kısık sesiyle:

"Bu herif yetti gayrı, elli yıldır bezdirdi hayattan... Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önce, onun bana verdiği çiçeklerin arasından, bir daldan kök almış, tohumlamıştım. Yavrumuz olmadı, sedeflerimi çocuk bildim, öyle büyüttüm. Sonra bir gün, kurumaya başladı sedef. O zaman adak adadım. Her sabaha karşı, güneş doğmadan bir tas suyla sulayacağım diye. İyi gelirmiş dediler, sedef çiçeğine. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp da şu çiçeği bir kere de ben sulayayım, demedi. Ta o geceye kadar... O gece takatim kesilmiş, uyuyakalmışım. Su veremedim çiçeğime. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim işte. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey göremedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim... Onsuz daha iyiyim, hâkim bey, yemin ederim."

Yaşlı adama döndü yargıç: "Bir diyeceğin var mı baba?"

Adam bastonuna abanarak, ağır aksak yürüdü geldi kürsüye, utangaç yüzünü kaldırıp adalete baktı ve dedi ki: "Askerliğimi reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O koca bahçeyi layıkıyla büyütmek için emek verdim. Fadime'mi de orada tanıdım, sedefleri de. O bahçe sedef çiçekleri doludur. Kokusu yürek yakar. Zaman zaman Fadime için topladım sedefleri. Evlendik. Çok olmadı, boynu ağrıdı, hekime götürdüm Fadime'mi. Hekim, kireç var boynunda, çok uzun süre uyanmadan yatarsa sertleşir, kötüleşir, dedi. Her gece uykusunu bölüp kalksın, gezinsin, dedi. Pek dinlemedi bizim hatun. Lafım geçmedi. O günlerde tesadüf, sedef çiçekleri kurudu. Ben de ona, gece sularsan geçer, dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım. Ve seyrettim Fadime'mi. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek ben oldum."

Durdu bir an, yaşlı adam. Mahkeme salonu susmuştu. Bir yaşlı gönülden, bir bahçıvandan duyulması beklenmedik aşk sözlerine, şiire kulak kesilmişti, yargıç, savcı, mübaşir. Soluklanıp devam etti adam:

"... Her gece, o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu