12 Ağustos 2007 Pazar

Makamlar İnsanlar ve Dalkavuklar

AHMET SEVEN

Bir insanı bitirmek istiyorsanız onu hak etmediği şeylerle övmeye devam ediniz. O övüldükçe ayakları yerden kesilecektir. Zira bir insanı bitirmenin yolu iki şeyden geçer. Ya yerin dibine geçirecek, yada göklere çıkaracaksınız. Yükseklerden düşenlerin daha çok yara aldığını biliyoruz. Tarihte bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.

Biliyorsunuz Padişahların birer maskarası olurmuş. Onu güldürüp eğlendirsin diye zavallının canı çıkarmış. Canı sıkılan veya öfkelenen padişah maskaram gelsin deyü bağırınca maskara taklalar atarak gelir mutlaka bir şeyler bulur buluşturur yatıştırırmış padişahı. Şimdide öyle değil mi? Değişen şey sadece taklaların şekli. Şimdikiler beylerin gönlü olsun diye daha modern taklalar atıyorlar. Oysa ağacın kovuğuna insanın da dalkavuğuna güven olmadığını insanlık tarihinin başlangıcından beri biliyoruz. Şimdiye kadar hep ağacı kovukları, insanı da dalkavukları yıkmamış mıdır? Kral öldü yaşasın yeni kral mantığı dalkavukların ruhuna işlemiştir. Eski kralın cenaze merasimi bile bitmeden, yeni kralın taç törenine katılarak ruhlarını teslim etmenin yeminini yapabilmektedirler.

Unutmamalıdır ki insanlar eserleriyle hatırlanırlar. Ancak o eserler hiç bir zaman tek başına gerçekleşmemektedir. Her bir eserin içerisinde adı sanı bilinen veya bilinmeyen onlarca insanında emeği ve katkısı vardır. Ancak esere son noktasını koyan adını da vermektedir. İşte burada dalkavuklar devreye girerek adamı göklere çıkarırlar. O da kerametin kendinden kaynaklandığını sanmaktadır. Hani meşe dibinde büyüyen yosun kendini meşe fidanı sanırmış ya işte öyle. Daha da büyütüldükçe tüm gölgeleri kendi sağladığı vehmine kapılır. Artık o varsa her şey var, o yoksa hiç bir şey yoktur. Onun elinin değmediği şey verimsiz ve değersizdir. Alıştırıldığı şeyler karakteri olmuş, kendini omuzlayanları unutmuştur.

İnsanlar geçici eserler kalıcıdır. Bugün yazılan bir kitap dünün eserlerinden yararlanılarak şahesere dönüşebilmektedir. Dün olmasaydı bugünde olmazdı. Bugüne ulaşanlar dün içerisinde üretilenlerdir. Dünün hayali bugünün gerçeği olmaktadır. Bir başına bıraksalar insanı kimbilir bu düşüncenin dışına çıkmayacak fakat bırakmıyorlar işte.

Bakınız şair Eşref bir şiirinde “Çalışsa bin sene bülbül gibi, karga fesih olmaz. Balonla asümana çıksa bir adem mesih olmaz.” diyor. “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” diyen Ziya Paşaya hak veriyorum fakat aynanın arkasına dalkavuklar geçip ayna görevi yaparak aynaya bakanı inandırmaya kalkışmasalar. Mesele bu.

Övgü yada yergi ikisini de birbirine karıştırıyoruz. Överken göklere çıkarttığımız gibi yererken de yerin altına geçiriyoruz insanı. Elbette ikisi de yanlış. Bu ikisine ayar çekemedik gitti. Ellerimiz patlayıncaya kadar alkışlıyor, avazımız çıktığınca bağırıyor, canımızı kurban edecek kadar övüyoruz. Sonrada kendi şişirdiğimiz balon yine bizim başımızda patlıyor. Sonrada kalkıp derdimizi anlatacak insan arıyoruz.

Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Daha dün şatafatlı hayatları olan nice makam ve mevkii sahibi insanlar vardı ki bugün hatırlanmıyorlar bile. Atinalı filozof Solon’un Lidya Kralı Krezüs’ün hazineleriyle övünmesi karşısında verdiği cevap oldukça anlamlıdır. “Yaşayan bir insanın saadeti hakkında hüküm verilmez siz sonuna bakınız. Son ne ola...” diyor Solon. Yaşa kralım senden büyük yok diye övgüler yağdırmıyor.

İnsanların gözüne değil, gönlüne talip olmalı. Kulağa değil, kalbe hitap edilebilmeli. Hipnoz ederek kabul ettirenlerden değil, bilerek ikna etmeyi tercih etmelidir. Bilinmelidir ki deniz kendinden olmayanları kabul etmez.Birgün karaya atar. Denizin karaya attıkları kendinden olmayanlardır. İnsanlarda öyle. Kendinden olmayanları onlarda atarlar.

Hiç yorum yok: