Ahmet SEVEN
Yaşayan bir insanın başına dedikodu, zan, iftira vs. dâhil her türlü söylenti gelebilir. Merak ediyorum, bir gün evvel çok sevdiğimiz insanın başına böyle bir şey gelmiş olsa acaba tavrımız ne olurdu? Canımı bile veririm dediğimiz insanın canını almaya kalkışan ilk kişi biz mi olurduk? Ya da o dedikodu, zan veya iftira seline kapılıp boğmaya kalkışanlar arasında bizde yer alır mıydık? Bulup buluşturduğumuz taşları, kafasına-gözüne atar mıydık? Bizde ne kadar sırrı varsa ifşa eder miydik? Yaşadığımız onca güzel günleri, dostlukları bir anda unutup, ayağımızın altına alarak üstünde tepinir miydik? Bütün bunları yaparken de ‘vay be’ demek ki benim bilmediğim neler varmış diyerek etrafa mesajlar verir miydik?...Yani bütün halatları bir çırpıda kesip yelkenlileri rüzgarın önünde okyanuslara salar mıydık?
Bazen çok unutkan olabiliyoruz. Geçmişi bir çırpıda silip atıyor, hiçbir şey yaşanmamış gibi davranabiliyoruz. Hatta o kişiyi tanıyıp tanımadığımız vehmine bile kapılıyoruz. Ardından kalkıp koca koca vefa ve dostluk lafları ediyoruz. Eğer böyle ise, bırakın vefadan söz etmeyi, bizi ‘Vefa’ nüfusuna bile kaydetmeye lâyık görmezler.
İnsanlar hep bizim istediğimiz gibi olmalı. İstediğimiz gibi düşünmeli, konuşmalı, yemeli, içmeli, haksız da olsak bizden yana olmalı, öyle mi? Değilse şayet, vay geldi başlarına. Hemen bir avuç suda boğmaya kalkışıyoruz. Her şey bu kadar kolay mı, pamuk ipliğine mi bağlı arkadaşlıklar, dostluklar… Biz bunları kayalara mı, dahası gönüllere mi kazımış yoksa suya mı yazmıştık?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder